Kuş ve Kuş
--------------------------------------------------------------------------------
Nerelerdensin sen sarı tüylü?” diye başladı sohbetleri. O şehir, bu şehir derken uçmanın keyfini anlattılar birbirlerine, hor gördüler bizleri (insanları) yere mahkûmuz diye. Uçaklarımızdan korkmuşlarsa da en başta sonra çok gülmüşler halimize.
Konudan konuya daldılar, kalın dallarda soluklandılar sonra yine uçtular. Biri diğerinin ayağındaki gördü ve sordu ne olduğunu. Anlattı bizlerin onu nasıl bağladığımızı, kanatlarını nasıl sıktığımızı sonra bir keresinde çok fazla sıkıştırılmaktan kalbinin nasıl hızlı attığını. Caniydik o küçücük gözlerinde. Utanmıştım kendimden.
Sonra hapis olan diğer türlerinden konuştular. Cam kenarlarında, saksı yanlarında, balkon tavanlarında çaresizce çırpınanlara içleri gidiyordu. Gözyaşlarıyla ve tınılarıyla selam gönderiyorlarmış onlara. Kaç kere yardım etmek istemiş biri; ama az kaldı kaptırıyormuş minik bedenini azman bir kediye. Korkudan üç gün uçamamış zavallı. En nefret ettikleriymiş o tüy yumakları. Kaçmakla geçiyormuş hayatlarını onda altısı.
Gitgide hüzünlenirken sarı tüylü olan en sonunda güzel bir konuya kanat açmıştı. Biri varmış bizlerden, her sabah camın önüne muhteşem bir kahvaltı hazırlarmış onun için. Başlarda çok kokmuş tuzak olabilir diye ama gözlerinden okumuş düşündüğünü ve atlamış şehriyelerin göbeğine.
Dinleyebildiğim kadar dinledim onları, yetişemesem de çatılara, duydum anlattıklarını.
Seviyorum her birini. Aslında arkalarından bağırmayı bile düşündüm, “sizi seviyorum!” Diye. Ama beceremedim. Uçun hadi! Öğretin doğan ve doğacak yavrularınıza uçmayı. Biz uçamadık, uçanı da uçurmadık çoğu zaman. Affedin hemtürlerimi. Kantlarınızı özgürlük için çırpın, çırpın ki tutsak olmayın bizim gibi!
DeniZ iLKerTOkeR